III. Vlad Tepeş, nam-ı diğer
Kazıklı Voyvoda. Ölümünün ardından 544 yıl geçmesine rağmen insanlar O’nu
tartışmaya hala devam ediyor. Efsanelere, filmlere, kitaplara hikâye olan bu
adam kim? Neden bu adam bu kadar tartışılıyor? Kim bu adam?
III.
Vlad 1431 yılında dünyaya gelen Vlad, babası Osmanlı’ya yenilince II. Murad’a
rehin verildi. Rehin olmasına rağmen gayet rahat bir gençlik yaşadı. Nif ve
Tokat bölgelerinde şehzadelerle birlikte yaşadı. 1448’de II. Kosova Savaşı
sonrasında Osmanlı’nın desteğiyle Macaristan’ın elinde olan Eflâk’ın başına
geçme girişiminde bulundu fakat başarısız olarak yakalandı ve Boğdan’a sürgün
edildi. Erdel beyi Hünyadi Yanoş Belgrad’ı Osmanlıya karşı savunmaya giderken
Erdel’i savunması için Vlad’a bir ordu verdi. Fırsatı değerlendiren Vlad
ordusuyla kendisini sürgüne mahkum eden II. Vladislav’ın üzerine yürüdü ve
öldürerek yerine geçti. Böylece III. Vlad adıyla Eflak voyvodası olmuştu. 1462
de Osmanlı’ya yenilince yeniden sürgün hayatı yaşadı. Kuzeninin yardımıyla 1476
yılında Eflâk’a dönüp yeniden voyvoda ilan edildi fakat aynı yıl Osmanlı’ya
yenildi ve yakalandı. Başı bal dolu bir torba içinde öldüğünün ispatı olarak
İstanbul’a Fatih Sultan Mehmed’e getirildi.
Tarih
kayıtları, bilimsel veriler bunu söylüyor. Peki, bu adam hiçbir başarısı
olmayan, amiyane tabirle “ezik” bir karakter olmasına rağmen nasıl oldu da bir
efsane oldu?
Gayri resmi ve
resmi kayıtlara göre orta çağ’ın en büyük canisi olan III. Vlad Osmanlı
kayıtlarında belirtilen zulümleri ve halk arasında anlatılan vahşilikleriyle
büyük bir nam salmıştı. Nedeni tam bilinmemesine rağmen büyük bir Türk
düşmanıydı. Ele geçirdiği Türk akıncılarını, akınlar düzenlediği Türk
köylerinin halklarını, ülkesinden geçen Türk yolcu ve tüccarlarını işkence ile
öldürmek en sevdiği eğlencesiydi. Bu işkencelerden en meşhuru olan “kazığa
oturtmak” ölümünden sonra adının “Kazıklı Voyvoda” olarak anılmasının sebebi
olmuştur. Yakaladığı Türklerin ayaklarının altının derisini yüzdürüp yaralara
tuz bastırırdı. Sonra da acıyı daha da büyütmek için tuzlanmış ayakları
keçilere yalatırdı. Kendisine başı açık olarak kendilerini tanıtma şartını
kabul etmeyen Osmanlı elçilerinin sarıklarını üçer çiviyle başlarına
sabitletmiştir. Kayıtlara geçen en büyük katliamı ise 20 bin Bulgar ve Türk’ü
kadın, erkek, çoluk çocuk demeden kazığa geçirterek ve çarmıha gererek
öldürmesidir. Osmanlı ordusu olay yerine geldiğinde gördüğü manzara karşısında
dehşete kapılmıştır. Böyle bir vahşet ne daha öncesinde ne de daha sonrasında
tarihin hiçbir köşesinde görülmemiştir. Öyle ki yakın tarihin en büyük
katliamını yapan Adolf Hitler bile bu kadar barbarlaşamamıştı. O’nun bu
vahşiliği insanlık için büyük bir tehtiddi. Çokluğunda “kan kardeşi” olacak
kadar yakın arkadaşı olan Fatih Sultan Mehmed, ortadan kaldırılması için tüm
orduyu seferber etmiş, hatta öldüğünden emin olmak için başının kesilerek
getirilmesini emretmiştir. Tüm bunları bilen birinin III. Vlad’ın bu şöhretine
şaşırmaması çok normal.
Türklerin
“Kazıklı Voyvoda” olarak andığı bu tarihin en büyük vahşisi kendi halkını dahi
korkutmuştu. Halkı ona Romence “ejderin oğlu” anlamına gelen “Drakula” lakabını
takmışlardı. III. Vlad aynı zamanda çok yakışıklı bir adamdı. Öldüğünde 45
yaşında olmasına rağmen çok daha genç görünüyordu. Bu yakışıklılık ve genç
görünüm halk arasında efsanelere yol açmıştı. Efsaneye göre öldürdüğü
kurbanlarının kanını içiyor, şeytanla yaptığı anlaşma gereği bu kan onun canına
can katıyor, genç ve yakışıklı kalmasını sağlıyordu.
Bunca resmi
kayıt ve efsanenin kulaktan kulağa yayılmasıyla namı sınırları aştı. İrlandalı
yazar Bram Stoker, III. Vlad’ın hikâyesinden esinlenerek 1894’te“Kont Drakula”
karakterini yarattı. Böylece efsanelere bir yenisi daha eklendi; III. Vlad
ölmedi, aslında halen aramızda. III. Vlad’ın bir türlü bulunamayan mezarı bu
efsaneyi daha inanılır kıldı. Başının İstanbul’a getirildiği bilinmesine rağmen
İstanbul’da bir türlü bulunamayan baş mezarı, Osmanlı askerlerinin öldürdüğü
bilinmesine rağmen Eflak bölgesinde de bir mezar bulunamayışı ise kafaları tamamen
karıştırıyor. Son araştırmalara göre mezarın İtalya’nın Napoli kentinde olduğu
iddiaları ise işi tamamen içinden çıkılmaz bir hale getiriyor. Aslına
bakarsanız III. Vlad’ın bir mezarının olduğu dahi meçhul. Öyle ya, kendi halkı
tarafından “Şeytan” olarak adlandırılan birinin mezarının ülkesinde olmasını
kim ister ki? Bugün “Adolf” isminin çocuklara verilmesini dahi yasaklayan
Almanya bunun en güzel örneği değil mi? Ya da belki de efsaneler doğrudur.
Belki de gerçekten aramızdadır. Bilim her zaman “aksi ispatlanmayan her tez
doğrudur” demez mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder